Erikli Köşküm
Bayram
tatilleri olduğu vakit bende garip bir heyecan başlardı günler öncesinden. O
zamanlar nenemin ve dedemin sağ olduğu; bizlerin çocuk olduğu yıllardı. Tatil
ve bayram demek köyüm, memleketim, erikli köşküm demekti.
Çocuk
gözlerimde ve yüreğimde kocamandı bu köşk. Binalar şimdiki gibi etrafını
sarmadan öncesi zamanlardı. Sabahın erken saatinde kalkılıp yola çıkılacağı
için erken yatmak zorunda kalırdık. Karnımın içinde uçuşan kelebekler uykumu
kaçırmasa uyuyabilecektim elbette. Zar zor gözlerimi yummaya çalışırken; o
zamanlar en küçük şimdilerde ortancamız olan kardeşime de “-Bak uyu erken
kalkacağız” demeyi de ihmal etmezdim. Gecenin bitiminde gün doğumuna yakın bir
vakitte “-Haydi çocuklar kalkın” sesini duyduğumda arabanın arkasındaki özenle
hazırlanmış yatağın bizi beklediğini bilirdim. Güneş doğana kadar uyur
sonrasında çok sevdiğim uzun yolların dinlenme tesislerinde dururduk. Yol
boyunca kitap okur, arada bir camdan dışarıyı izler hayallere dalardım. Bizi
bekleyen nenemi (babaannem) dedemi çok özlediğimi daha da bir anımsardım. Kavak ağaçlarını görmeye başladığım zaman,
köyüme yaklaştığımı daha çok hissederdim.
Sokağa
girdiğimiz vakit ata ocağımız bize ”Hoş geldiniz” der gibi kapılarını açardı. Tabii
o zamanlar valiz taşıma işi bize bırakılmadığından dolayı hemen ağaçtan
yapılmış olan kocaman kapıyı açar, önce evin kokusunu içime çekerdim.
Merdivenlerden yukarıya çıkar nenemin dedemin “Ana yavrum geliverin, hoş
geldiniz” derler ben de onlara sarılır hasret giderirdim. Halalar, kuzenler
herkes bir telaş içinde olurdu erikli köşkümde. Yaz mevsimine denk gelmiş ise
gidişimiz soluğu erik ağacında alırdık. Ben dam üzerinde yürümeye korksam da
diğerleri korkusuzca toplarlardı erikleri. Öyle çok yerlerdi ki, bana
kalmayacak diye surat asardım. Bahçede kazanlar ile mısır, fasulye kaynatılır;
büyükler bahçe işlerine girişir biz çocuklarda oyun oynardık. Kimi zaman buğday
haşlama zamanına denk gelirdik. Mis gibi kokardı her yer, göz hakkımızı alır
sevine sevine gezerdik. Yağ tenekelerinden davul yapar, iki çeşit dondurması
olan dondurmacı geldiğinde kapıda biterdik. Derken bayram gelir her birimiz
özenerek aldığımız bayramlık kıyafetlerimizi giyer el öpmek için sıraya
girerdik. Kuzenler hiç çıkmazlardı biz oradayken. Büyük şehirlerdeki gibi
olmazdı oralarda yaşanan bayramlar. Çocuklar ellerinde poşetleri ile
mahalleleri gezer, kapıların zillerinin çalar şeker toplardı. Kim ne yapacak
korkusu olmadan. Ben elim boş gittiğim için payıma düşen şekerleri arkadaşımın
poşetine koyardım. Nenem, üzgün olduğumu
görünce kırmızı kesesini vermişti de yüzüm gülmüştü. Şimdinin kiler olarak
adlandırdıkları, eskinin sergeninde (erzak dolabı) bilirdim ki nenemin yaptığı baklava
şerbetlenmiş beni beklerdi.
Ne
vakit elimi atıp yesem annem misafirler için olduğunu, sıramızı beklememiz
gerektiğini söylerdi. Nenem de “- Elleme kızımı, yesin. Netçen (Ne yapacaksın)
sen!” der beni kollardı. Çok değil birkaç yıl sonra nenemi kaybettik. Sanki
evin neşesi onda saklıydı. Bayramları
önce kabristan ziyareti ile başladı bizim için sonrasında. Zaman geçti, biz
büyüdük. En güzel anılarımın sahibi dedem kaldı geriye.
At
arabacı Halil derlerdi ona. Bir sepet dolusu meyve, kuru yemiş ve içecek ile
yola çıkar kahkaha dolu yolculuk yapar, kimimizi ardından koştururdu. Bir de
“Karadır Kaşların” türküsünü söylemeye başladı mı değmeyin keyfimize. Seneler
seneleri kovaladı hepimiz çocuk sahibi olduk. Biz büyüdük heybetli olan dedem
küçüldü. Nefes almak kimi zaman ağır gelir insana. Öyle zamanlardan geçiyorduk
biz de.
Umut
her insanı farklı yerlerde farklı duygular ile hayata bağlar. Severken umut
ederiz, yaşarken umut ederiz, hastayken umut ederiz… Kısacası hayatımızın her anında umut
yeşertiriz, yaşadıklarımıza bağlı durumlarda. Bir kış ayazında kaybettik
dedemi. Gölgesinde sallandığım salıncaktaki şen kahkahalarımın sahibi benim
güzel dedem…
Kaybından sonra ilk gidişimde, her zamanki
gibi kapıyı açtım. Ayaklarımın bir türlü içeriye adım atmadığını fark ettim.
Boğazım düğüm düğüm, gözlerim yaşlı etrafa bakındım. Kulaklarımda nenemin ve dedemin
seslerini duyuyor gibiydim. Merdivenden yukarı çıktığımda her yerde onları
görüyor gibiydim. Dedim ki en güzel anılarını sizinle yaşadı bu küçük kız.
Sonrası derin bir sessizlik. Bir avuç toprak, kurumuş bir çiçek güzel dedemden
bana kalan.
Yorumlar
Yorum Gönder